🐏 Mehmet Akif Ersoy Manzum Hikayeleri

Mehmet Akif Ersoy'un İstiklal Marşı, 17 Şubat günü Sırat-ı Müstakim ve Hakimiyet-i Milliye'de yayımlandı. Hamdullah Suphi Bey Meclis'te okuduğunda ayakta alkışlanan İstiklal Marşı, 12 Mart 1921'de "Milli Marş" olarak kabul edildi. Ersoy, ödül olarak verilen 500 lirayı hayır kurumuna bağışladı. Kurtuluş Savaşı ve 12Mart 1921 İSTİKLAL MARŞI 100 YAŞINDA!İstiklal Marşımızın yazarı Mehmet Akif Ersoy Hikaye Diyar'ında. Kitap kurtları, sizin için milli şairimizin çocukl 1Mehmet Akif in şiirlerinin bu gruplanışı hakkında Bedri Aydoğan'ın "Mehmet Akif in Manzum Hikayeleri" adlı yazısına bakılabilir. Çukurova Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi, C.4, S.4, Adana, 1996, s.7-54. Mehmet Akif Ersoy (1873 - 1936) Şair, yazar, fikir adamı, öğretmen, veteriner hekim. İstanbul Fatih'teki Sarıgüzel semtinde doğdu. İstiklal Marşı Şairi, Millî Şair olarak da anılan sanatçının asıl adı Mehmet Ragıyf’tır. Babası, Fatih Medresesi müderrislerinden Mehmet Tahir Efendi, annesi Buharalı bir aileden Emine Mehmet Akif Ersoy 1873-1936. Mehmet Akif, ana tarafından Buhara’lı bir aileye mensuptur. Vahdet isimli şiiri sahabelerden Huzeyfe tül Adeviye’nin başından geçen bir olayı hikaye MEHMET AKİF ERSOY Istiklâl Marsi sâiri. 1877 yilinda Istanbul’da dogdu. Annesi Emine Serife Hanim, babasi Temiz Tâhir Efendidir. Ilk tahsiline Emir Buhâri Mahalle Mektebinde basladi. Ilk ve orta ögrenimden sonra Mülkiye Mektebine devam etti. Babasinin vefâti ve evlerinin yanmasi üzerine mülkiyeyi birakip Baytar Mektebini birincilikle bitirdi. Tahsil hayâti boyunca yabanci dil Mehmet Akif Ersoy, İstiklal marşımızın yazarıdı BİST 2.549 1.30 EURO 18.28 0.91 USD 17.84 0.66 ALTIN 989.26 0.43. CANLI BORSA Browsing MEHMET AKİF ERSOY’UN Manzum Eserleri. İSTİKLAL ŞAİRİ MEHMET AKİF ERSOY KİMDİR? HAYATI VE ESERLERİ. MEHMED ÂKİF ERSOY (1873-1936) İstiklâl Marşı ve Safahat şairi, millî-dinî hassasiyeti, karakter ve seciyesiyle Türk milletinin gönlünde yer edinen İslâmcılık akımının önemli. MehmetÂkif Ersoy'un şiirlerini topladığı yedi kitaplık şiir külliyatının adıdır, içinde 11.240 mısra tutan 108 şiir bulunmaktadır. Birinci kitap, yalnız "Safahat" adını taşır. Bundan başlayarak sıra numarası almış bulunan öteki kitapların ayrıca isimleri vardır. Müstakil ciltler hâlinde ve farklı zamanlarda Baba, “Koca Karı ile Ömer” vb. içtimâî, manzum küçük hikâyeleri, şöhre-tinin temelini kurdu; fakat bu saha, onu tatmin etmedi. Mânen yaşayan her insan gibi, maddî hayatını devam ettirmek için, genç Âkif’in, bağlanacak bir ideal araması kadar tabiî bir şey olamaz. 1908’den sonra, memleketi- Mehmet Akif Ersoy, Küfe'de 20. yüzyıl başlarında Türk toplumunun içinde bulunduğu durumu, gerçekçi gözlemlerle anlatıyor. Manzum hikaye şeklinde yazdığı Küfe şiirinde, Hasan adında bir çocuğun yaşadıklarını canlandırıyor, adeta bir hikaye gibi, film gibi MehmetAkif Ersoy. Mehmet Akif Ersoy. (1873-1936). Mehmet Âkif, 20. yüzyıl şairlerindendir. 1873 yılında İstanbul'da doğdu. Önce Arapça, Farsça sonra Fransızca öğrendi. Halkalı Baytar (Veteriner) Mektebini bitirdi. Arnavutluk'ta, Arabistan'da çalıştı. I. Dünya Savaşı (1914-1918) yıllarında Almanya'ya gitti. ZWmK2u. İstiklal harbini zafere götüren süreçte kürsülerdeki konuşmalarıyla, at sırtında yaptığı seyahatlerle, birçok zahmetle çıkardığı dergilerle insanlığı aydınlatmış, umut ışığı olmuştur. O sadece istiklal şairi değildir, mücadeleci, cimrilikten nefret eden, vatansever, yalansız güvenilir ve sözünde duran özellikleri ile örnek bir şahsiyettir. Milli ve manevi değerleri yüreğinde hisseden, bilgisini heyecanını umudunu milletiyle paylaşan diriliş harekâtının başlamasına, mücadele ruhunun alevlenmesine öncülük eden şahsiyetlerden biridir Mehmet Akif. İstiklal harbini zafere götüren süreçte kürsülerdeki konuşmalarıyla, at sırtında yaptığı seyahatlerle, birçokzahmetle çıkardığı dergilerle insanlığı aydınlatmış, umut ışığı olmuştur. O sadece istiklal şairi değildir, mücadeleci, cimrilikten nefret eden,vatansever, yalansız güvenilir ve sözünde duran özellikleri ile örnek bir Akif in hayatında had yıkılışını görüyorsunuz ve gözünüzün önünde birer birer tüm parçalar koparken, Akif’in yüreğinden parçalar dökülüyordu adeta. Yürek yangınını kaleminden dökülen mısralarından anlarız ki yazdıkları ya ayetin yada hadisin açıklamasıdır. Mehmet Akif yaşadığını yazan şair, ilham kaynağı yüksek hayaller değil, gerçekçi.“Ben şiirde hayâle dalmam, her şeyi olduğu gibi görür, göründüğü gibi tasvir ederim.” diyor. Manzum hikâyeleri onun bu söylediklerini doğrulamaktadır. Bir beytinde “Hayır, hayâl ile yoktur benim alışverişim, İnan ki her ne demişsem görüp de söylemişim.” Diyen Akif, görüp de duymaktan yanadır. Mehmet Akif Ersoy, İstiklal mücadelesi veren bu milletin zaman içerisinde nasıl çözüldüğünü, benliğinden uzaklaşıp taklitçi batı hayranlığına dönüşen hayatları şu mısralarda anlatıyor. “Ya Rab! Böyle mi olacaktı, benim cennet yurdum? Baktım da etrafıma yalnızım, ağladım durdum. Bir mana veremedim, şu Milâdî yıl başına! Şaştım da kaldım, Müslümanların vah telaşına! Çevirdim başımı, nereye ettimse bir nazar. Gördüm ki, noel için hazır, yer-yer çarşı-pazar. Maziyi düşündüm de, hayran oldum istiklâle Ecdadıma söz verdim, varmak için istikbâle,” Mehmet Akif nükteleriylede insanlara örnek teşkil etmiştir. Yazının Devamı İçin Abone Olmalısınız Mehmet Akif Ersoy 1877-1936 İstiklâl Marşı şâiri. 1877 yılında İstanbul’da doğdu. 27 Aralık 1936 târihinde vefat etti. Annesi Emine Şerife Hanım, babası Temiz Tâhir Efendidir. İlk tahsiline Emir Buhâri Mahalle Mektebinde başladı. İlk ve orta öğrenimden sonra Mülkiye Mektebine devam etti. Babasının vefâtı ve evlerinin yanması üzerine mülkiyeyi bırakıp Baytar Mektebini birincilikle bitirdi. Tahsil hayâtı boyunca yabancı dil derslerine ilgi duydu. Fransızca ve Farsça öğrendi. Babasından Arapça dersleri aldı. Zirâat nezâretinde baytar olarak vazife aldı. Üç dört sene Rumeli, Anadolu ve Arabistan’da bulaşıcı hayvan hastalıkları tedâvisi için bir hayli dolaştı. Bu müddet zarfında halkla temasta bulundu. Âkif’in memuriyet hayatı 1893 yılında başlar ve 1913 târihine kadar devam eder. Memuriyetinin yanında Ziraat Mektebinde ve Dârulfünûn’da edebiyat dersleri veriyordu. 1893 senesinde Tophâne-i Âmire veznedârı M. Emin Beyin kızı ismet Hanımla evlendi. Âkif okulda öğrendikleriyle yetinmeyerek, dışarda kendi kendini yetiştirerek tahsilini tamamlamaya, bilgisini genişletmeye çalıştı. Memuriyet hayatına başladıktan sonra öğretmenlik yaparak ve şiir yazarak edebiyat sâhasındaki çalışmalarına devam etti. Fakat onun neşriyat âlemine girişi daha fazla 1908’de İkinci Meşrutiyetin îlânıyla başlar. Bu târihten itibaren şiirlerini Sırât-ı Müstakîm’de neşretmeye başladı. Âkif, yazı ve şiirlerini hiçbir zaman geçim kaynağı olarak görmedi. Buna rağmen onu memlekete tanıtan, halka sevdiren asıl vasfı şâirliğidir. Birinci Cihan Harbi sırasında Berlin ve Necid’e Arabistan gitti. Çanakkale harbi, onun Berlin seyahati sırasında meydana gelmiş, şâir o günlerin ıstırap ve heyecanını orada yaşamıştır. Şâir, bu iki seyâhatiyle ilgili Berlin Hatıraları ve Necid Çöllerinden Medîne’ye adlı eserlerini yazmıştır. Harbin son senesinde, çok sevdiği dostu İsmail Hakkı İzmirli ile Lübnan’a gitti. Cihan Harbi 1918’de imzâlanan Mondros Mütârekesi ile nihayete erdikten sonra, galip devletler Türk vatanını parçalamak ve paylaşmak için dört taraftan saldırmağa başlamışlardı. Harpten son derece bitkin bir halde çıkan Türk milleti, vatanını müdâfaa için silâha sarıldı. Âkif, vatan müdâfaasının ehemmiyetini anlatmak için hutbelerle halkı, istiklâlini muhâfaza etmek için savaşmaya çağırdı. Anadolu’da millî mücâdele rûhunun yayılması üzerine, Anadolu’ya iltihâka karar verdi. İstanbul’dan deniz yoluyla İnebolu’ya çıktı. Oradan Ankara’ya hareket etti. Konya isyanı üzerine Konya’ya gidip, ayaklanmanın bastırılmasında mühim rol oynadı. Sonra tekrar Ankara’ya döndü. Ankara’dan Kastamonu’ya giderek Nasrullah Câmiinde verdiği vaazlar neşredilerek memleketin her tarafına dağıtıldı. Sonra Ankara’ya döndü. 1920 târihinde Burdur Mebusu olarak Birinci Büyük Millet Meclisine seçildi. 17 Şubat 1921 günü İstiklâl Marşı’nı yazdı. Meclis 12 Martta bu marşı kabul etti. Zaferden sonra İstanbul’a geldi. Abbâs Halîm Paşanın dâveti üzerine 1923’te Mısır’a gitti. O kışı Mısır’da geçirip, baharda döndü. Artık her yıl kışı Mısır’da, yazı İstanbul’da geçiriyordu. Halîm Paşa geçimini karşılamayı taahhüt etti. Ertesi yaz İstanbul’a dönünce Diyanet İşleri Riyâseti tarafından Kur’ân-ı kerîmi tercüme etme vazifesi verildi. Âkif yıllarca çalıştı. Sonunda bu konudaki ilmî kifâyetsizliğini anlayarak vazgeçti. 1926 yılından îtibâren Mısır Üniversitesinde Türkçe dersleri verdi. Derslerden döndükce Kur’ân-ı kerîm tercümesiyle de meşgul oluyordu, fakat bu sırada siroza tutuldu. Önceleri hastalığının ehemmiyetini anlayamadı ve hava değişimiyle geçeceğini zannetti. Lübnan’a gitti. Ağustos 1936’da Antakya’ya geldi. Mısır’a hasta olarak döndü. Hastalık onu harâb etmiş, bir deri bir kemik bırakmıştı. İstanbul’a geldi. Hastanede yattı, tedâvi gördü. Fakat hastalığın önüne geçilemedi. 27 Aralık 1936 târihinde vefat etti. Kabri Edirnekapı Mezarlığındadır. Şahsiyeti Mehmed Âkif’in Sırât-ı Müstakîm ve onun devâmı olan Sebîl-ür-Reşâd mecmuasında çıkan yüz kadar muhtelif makalesi, elli kadar tercümesi ve şiirleri vardır. Fakat Âkif günümüzün hatta Türk târihinin en önde gelen destan şâirlerinden biridir. Şiirleri edebiyat târihimizde büyük önem taşır. Şiirlerinde bâzan düşünce, bâzan duygu ön plandadır. Aruzu en güzel şekilde kullanan şâirlerdendir. Şiirlerinde bir taraftan hürriyet, doğruluk, samimiyet, vatanseverlik, adâlet, istiklâl gibi ahlâkî kıymetleri telkin ederken, diğer taraftan cemiyetlerin çökme sebebi olan riyakârlık, münâfıklık, korkaklık, dalkavukluk, tenbellik, zulüm gibi fenalıklara şiddetle hücûm eder. Mehmed Âkif yaşadığı devri bütün genişlik ve derinliği ile şiirlerinde yansıtmaya çalışmış bir Türk şâiridir. Yirminci yüzyılın ilk çeyreğinde Türk milletinin içinde bulunduğu acıları, sevinçleri, ümidleri ve hayal kırıklıklarını manzum bir târih, bir roman, bir hikâye, bir destan havası içinde anlatmaya çalışmıştır. Eserlerindeki kişiler de aydın, cahil, yobaz, züppe, şehirli, dinli, dinsiz, sarhoş, gariban, külhanbeyi vs. gibi cemiyetin hemen her kesiminden insanlardır. Çevre olarak da saray, konak, câmi, sokak, bayram yeri, mevlit cemiyeti, savaş yeri, mahalleler, köhne evlerin odaları, oteller vs. şeklinde yaşadığı devrin bütün husûsiyetlerini aksettiren yerleri seçmiştir. Çalışma tarzı olarak, önce görüp incelemeyi, not ederek veya aklında tutarak ve sonra şiir taslakları kurup, onun üzerinde çalışmayı prensib edinmiştir. Müşâhade ve kompozisyona büyük önem vermiştir. Şiirinde kapalılık yok gibidir. Her şeyi açık açık yazmaya çalışmış, mübhem duygulardan, yüce ve fizik ötesi mefhumlardan ve süslü hayallerden uzak durmuştur. Kişilerini ve çevreyi resimvâri ve heykelvâri tasvirlerle anlatmıştır. Mehmed Âkif, muhtevâ yönünden edebî ekollerden realist, biçim verdiği değer bakımından parnasçı ve bâzı şiirlerinde de naturalist bir hava içindedir. Şiirlerinde şahsî üzüntüleri, arzu ve istekleri yok gibidir. Toplumun dertlerini konu edinmiş, onlar adına gülmeye ve ağlamaya çalışmıştır. Kötülerle, fakirlikle ve gerilikle mücadele esas gâyesidir. Âkif, ahlâksız edebiyata düşmandır. Samimiyetsiz, sahte ve taklitçi olanları sevmemiştir. Şiirlerinde halk deyimleri, atasözleri, halk kelimeleri bol bol yer alır. Şiirleri manzum hikâyeler, hitâbet şiirleri, lirik şiirler ve taşlama şiirleri şeklinde sınıflandırılabilir. Bunlardan manzum hikâyeleri sosyal konulu, hitâbet şiirleri didaktik muhtevalı, lirik şiirleri vatanî, millî ve dînî coşkunluklarla dolu, taşlama şiirleri de şakadan hicve kadar uzanan tenkitleriyle doludur. Mehmed Âkif şiirlerini çoğunlukla kuralsız nazım şekliyle yazmıştır. Vezin olarak yalnız aruzu kullanmış, ama heceye de karşı olmamıştır. Üslûbu, şiirlerindeki olaydan ve fikirden daha önce göze çarpar. Süse ve yapmacığa kaçmadan yaşayan halk ifâdeleriyle kurulmuş, çekici bir anlatışı vardır. Halk dili ve üslûbunu hemen her şiirinde kullanmasına rağmen, bu konuda en çok muvaffak olduğu eseri Âsım oldu. Bol fiil ve sıfat kullandığı şiirlerinde aşırı sadelikten ve yapma dilden kaçınmış, Servet-i Fününcuların ağır ve cansız lisanından da uzak durmuştur. Şiirlerinde tahkiye, tasvir, hitap, muhâvere gibi bütün anlatım yollarını başarıyla kullanmıştır. Bilhassa muhâvere karşılıklı konuşma anlatım yolu onun şiirlerinin en önde gelen özelliklerinden olmuştur. İç âhenk, daha çok lirik şiirlerinde görünür. Fazla mecaz kullanmaktan kaçınmıştır. Memleketin sosyal meseleleri, şâhit olduğu elem verici olaylar ve çilekeş Anadolu insanlarının hâlini sık sık şiirlerine konu edinerek ele almış, duygu ve düşüncelerini samimi ifâdesiyle dile getirmiş, çâre için çeşitli teklifler öne sürmüştür. Osmanlı Devletinin Tanzimâtın îlânıyla başlayan, meşrutiyet îlânlarıyla devam eden ve İttihat ve Terakki Partisinin iktidârı zamanında son hadde vardırılan yıkılışa götürücü hareketlerle kısa zamanda târih sahnesinden silinmesi, dünyâdaki Müslümanların ilim ve teknikte Avrupa’dan geri kalmış olması ve başsız kalarak herbirinin ayrı ayrı yollar tutup parçalanmaları karşısında, feryâd edici şiirleri vardır. Mehmed Âkif milletini ve dînini seven, insanlara karşı merhametli bir mizaca sâhip, şâir tabiatının heyecanlarıyla dalgalanan, edebî bakımdan kıymetli şiirlerin yazarı meşhur bir Türk şâiridir. İstiklâl Marşı şâiri olması bakımından da “Millî Şâir” ismini almıştır. Ancak rastgele edindiği din bilgileriyle, zamânının ve çağın dertlerine şahsî fikirleriyle çâre aramaya kalkışması bâzı hatâlara düşmesine sebep olmuştur. Bunun yanında Sultan İkinci Abdülhamîd Hanın memleket için yaptıklarını anlamayıp onun şanına yakışmayacak iftiralarda bulunması; sicilli mason Mısır Müftüsü Muhammed Abduh’u övmesi; bir çalgıcının seslerini nidâ-yı ilâhîye benzetmesi beğenilmiyen belli başlı hususlarıdır. Ahmed Dâvudoğlu, “Dîni Tâmir Dâvâsında Din Tahribcileri” kitabında diğer reformcular gibi, ilhâmını doğrudan doğruya Kur’ân-ı kerîmden almak istediğini bildirmektedir. Eserleri Eserlerinin umûmî ünvanı Safahât’tır ve ilk eseri yalnız bu adı taşır. İkinci kitabının adı Süleymaniye Kürsüsünde’dir. Hakkın Sesleri üçüncü, Fatih Kürsüsünden dördüncü, Hâtıralar beşinci, Âsım altıncı, Gölgeler yedinci kitabının adıdır. Bunlar, değişik târihlerde çeşitli kereler basılmış olup, hepsi birlikte Safahât adı altında da basılmıştır. Safahât’taki mısraların tamamı 12 bini bulur. Şiirlerinden İstiklâl Marşı, Bülbül, Ordunun Duası, Çanakkale gibileri bestelenmiştir. Âkif, İstiklâl Marşı şiirini millet için yazdığını ifâde ederek Safahâtına almamıştır. BERLİN HÂTIRALARI’ndan Otel meğer o değilmiş, şimendüfer de kezâ... Sokak mı benziyen az çok? Aman canım, hâşâ! Meğer oteller olurmuş saray kadar mâmûr. Adam girer de yaşarmış içinde, mestü huzûr. Beş altı yüz odanın herbirinde pufla yatak... Nasîb olursa eğer, hiç düşünme yatmana bak! Sokakta kar yağadursun, odanda fasl-ı bahâr, Dışarda leyle-i yeldâ, içerde nısf-ı nehâr! Hiyât-ı nûrunu temdîd edip her âvize, Fezâda nescediyor bir sabah-ı pâkize, Havayı kızdırarak hissolunmayan bir ocak; Ilık ılık geziyor, her tarafta aynı sıcak. Gürül gürül akıyor çeşmeler, temiz mi temiz; Soğuk da isterseniz var, sıcak da isterseniz. Gıcır gıcır ötüyor ortalık temizlikten, Sanırsınız ki zemininde olmamış gezinen. Ne kehle var o mübârek döşekte hiç, ne pire; Kaşınma hissi muattal bu itibâra göre!.. Unuttum ismini... Bir sırnaşık böcek vardı... Çıkar duvarlara, yastık budur, der atlardı. Ezince bir koku peyda olurdu çokça, iti... Bilirsiniz a canım... Neyde? Neydi? Tahtabiti! O hemşerim, sanırım, çoktan inmemiş buraya, Bucak bucak aradım, olsa rasgelirdim ya! .................................... .................................... Muhitin üstüne meyhâneler kusan bu gedik, Kapanmak üzere iken başka rahneler çıktı; Ayakta kalması lâzım ne varsa hep yıktı. “Değil mi bir tükürük alna çarpacak tedib, Ne hükmü var?” diye üç beş hâyâ züğürdü edib, Bitirmek istedi ahlâkı, ârı nâmûsu; Çıkardı ortaya, gezdirdi saksılar dolusu, Hevâ-yı fuhşu kudurtan zehirli “Zambak”lar! .................................... .................................... HÜRRİYET TAŞKINLIĞI Şiirinden İkinci Meşrutiyetin îlânı üzerine İstanbul’un manzarasını tasvir eder. Bir de İstanbul’a geldim ki bütün çarşı pazar Nar’adan çalkalanıyor, öyle ya Hürriyet var!.. Galeyân geldi mi, mantık savuşurmuş. Doğru Vardı aklından o gün her kimi gördümse zoru. Kimse farkında değil, anlaşılan, yaptığının; Kafalar tütsülü hulyâ ile, gözler kızgın. Sanki zincirdekiler hep boşanıp zincirden, Yakıvermiş de tımarhâneyi çıkmış birden! Zurnalar şehrin ahâlîsini takmış peşine; Yedisinden tutarak tâ dayanın yetmişine! Eli bayraklı alaylar yürüyor dört keçeli; En ağır başlısının bir zili eksik, belli! Ötüyor her taşın üstünde birer dilli düdük. Dinliyor kaplamış etrafını yüzlerce hödük! Kim ne söylerse, hemen el vurup alkışlayacak... –Yaşasın! –Kim Yaşasın –Ömrü olan. –Şak! şak! şak! Ne devâirde hükümet, ne ahâlide bir iş! Ne sanâyi’, ne maârif, ne alış var, ne veriş. Çamlıbel sanki şehir Zâbıta yok, râbıta yok; Aksa kan sel gibi, bir dindirecek vâsıta yok; “Zevk-i hürriyeti onlar daha çok anlamalı...” Diye mekteplilerin mektebi tekmil kapalı! İlmi tazyik ile tâlim, o da bir istibdâd..

mehmet akif ersoy manzum hikayeleri